Küçükken bulutların pamuktan yapıldığını sanırdım; üzerlerinde yattığımı hayal ederdim. Etrafı dağlarla çevrili küçük bir köyde, başını kaldırdığında pamuklarla süslenmiş uçsuz bucaksız bir gökyüzü görürsün —hele ki bir de çocuksan.
Şu an yine aynı duyguya kapılıyorum…
Kırklı yaşlarımdayım artık. Ne bulutların ne de pamuk şekerlerin pamuktan yapılmadığını biliyorum. Ama yine de bu yanılsamayı gökyüzünü seyretmek kadar çok seviyorum.
Bunca yoğunluk, stres ve yorgunluk çelik halatlar gibi sardığında her yanımızı; yaşamak dediğimiz şey de, çoğu zaman boğuşmaktan ibaret oluyor. Aynı alarm sesi, aynı saat, aynı yol, aynı rutinler ve aynı çelik halatlar.
Şu an yine aynı duyguya kapılıyorum…
Üstelik İstanbul’da, Tuzla’da, Şifa Mahallesinde. Yani, başka bir şehirde ama aynı gökyüzünde. Bir yüzlük tesbihle, tek tek koparıyorum çelik halatları bir süreliğine. Her zikirde biraz daha yükseliyorum pamuktan bulutlara; biraz daha çocuk oluyorum, annem kokuyor gıdığımda. Hiç hak etmediğim hâlde, biraz daha yaklaştığımı umuyorum sevgili Allah’ıma.
Bir çocuk için gerisinin ne önemi var ki?
Pamuk şekeri de pamuktan, bulutlar da.
Büyüyüp gerçeği anlayıncaya kadar,
Masalların sonunun da güzel olduğu gibi.
Şu an yine aynı duyguya kapılıyorum…


